Kelimeler (1-100)

be – olmak
B2: She wants to be a doctor when she grows up.
Büyüdüğünde doktor olmak istiyor.
C1: To be honest, I didn’t expect the meeting to go that well.
Dürüst olmak gerekirse, toplantının bu kadar iyi geçmesini beklemiyordum.

have – sahip olmak
B2: They have two children and a small dog.
İki çocukları ve küçük bir köpekleri var.
C1: I have had the opportunity to work with some of the best minds in the industry.
Sektördeki en iyi beyinlerle çalışma fırsatım oldu.

do – yapmak
B2: I always do my homework before dinner.
Her zaman akşam yemeğinden önce ödevimi yaparım.
C1: You should do what’s necessary rather than what’s easy.
Kolay olanı değil, gerekli olanı yapmalısın.

say – söylemek
B2: He didn’t say anything during the meeting.
Toplantı sırasında hiçbir şey söylemedi.
C1: It is often said that actions speak louder than words.
Sıklıkla eylemlerin sözlerden daha güçlü olduğu söylenir.

go – gitmek
B2: We go to the gym every Saturday.
Her cumartesi spor salonuna gideriz.
C1: If things go as planned, we’ll launch the project next month.
Her şey planlandığı gibi giderse, projeyi gelecek ay başlatacağız.

can – -ebilmek
B2: She can swim very well.
Çok iyi yüzebilir.
C1: Technology can significantly enhance learning when used effectively.
Teknoloji, etkili kullanıldığında öğrenmeyi önemli ölçüde geliştirebilir.

get – almak, edinmek
B2: I got a new phone for my birthday.
Doğum günümde yeni bir telefon aldım.
C1: It took me years to get used to this fast-paced lifestyle.
Bu hızlı tempolu yaşama alışmam yıllarımı aldı.

would – -ecekti, -erdi
B2: I would love to visit Japan one day.
Bir gün Japonya’yı ziyaret etmeyi çok isterim.
C1: He said he would have helped if he had known about the problem.
Sorunu bilseydi yardım edeceğini söyledi.

make – yapmak, oluşturmak
B2: She made a delicious cake for the party.
Parti için lezzetli bir kek yaptı.
C1: You need to make a conscious effort to improve your habits.
Alışkanlıklarını geliştirmek için bilinçli bir çaba göstermen gerekiyor.

know – bilmek, tanımak
B2: I know the answer to this question.
Bu sorunun cevabını biliyorum.
C1: She is known for her deep understanding of human psychology.
İnsan psikolojisine dair derin anlayışıyla tanınır.

will – -ecek, -acak
B2: I will call you when I get home.
Eve vardığımda seni arayacağım.
C1: It remains to be seen whether the new policy will be effective.
Yeni politikanın etkili olup olmayacağı henüz belli değil.

think – düşünmek
B2: I think this movie is great.
Bence bu film harika.
C1: I think it’s crucial to consider the long-term consequences of our decisions.
Kararlarımızın uzun vadeli sonuçlarını dikkate almanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

take – almak, götürmek
B2: Please take your umbrella, it’s raining.
Lütfen şemsiyeni al, yağmur yağıyor.
C1: We need to take immediate action before the situation worsens.
Durum kötüleşmeden önce derhal harekete geçmeliyiz.

see – görmek
B2: I saw him at the supermarket yesterday.
Onu dün süpermarkette gördüm.
C1: As you can see, the results are consistent with our predictions.
Gördüğün gibi, sonuçlar tahminlerimizle tutarlı.

come – gelmek
B2: He came to the party late.
Partiye geç geldi.
C1: Great opportunities often come when you least expect them.
Büyük fırsatlar genellikle en beklemediğin anda gelir.

could – -ebilirdi
B2: I could help you with your homework.
Sana ödevinde yardım edebilirim.
C1: He could have avoided the accident if he had been more careful.
Daha dikkatli olsaydı kazayı önleyebilirdi.

want – istemek
B2: I want to buy a new jacket.
Yeni bir ceket almak istiyorum.
C1: She wants her work to make a meaningful impact on society.
Yaptığı işin toplum üzerinde anlamlı bir etki yaratmasını istiyor.

look – bakmak
B2: Look at that beautiful sunset!
Şu güzel gün batımına bak!
C1: You should look beyond appearances and understand the deeper meaning.
Görünüşlerin ötesine bakmalı ve daha derin anlamı anlamalısın.

use – kullanmak
B2: You can use my phone if you want.
İstersen telefonumu kullanabilirsin.
C1: The software is widely used in academic and professional research.
Yazılım, akademik ve profesyonel araştırmalarda yaygın olarak kullanılır.

find – bulmak
B2: I can’t find my keys anywhere.
Anahtarlarımı hiçbir yerde bulamıyorum.
C1: She finds it challenging to balance work and family life.
İş ve aile hayatını dengelemeyi zor buluyor.

give – vermek
B2: Please give me a moment to finish this.
Lütfen bunu bitirmem için bana bir dakika ver.
C1: The teacher gave a detailed explanation to clarify the topic.
Öğretmen konuyu netleştirmek için ayrıntılı bir açıklama yaptı.

tell – söylemek, anlatmak
B2: Can you tell me your name?
Bana ismini söyleyebilir misin?
C1: I told him several times, but he refused to listen.
Ona defalarca söyledim ama dinlemeyi reddetti.

work – çalışmak
B2: I work at a hospital as a nurse.
Bir hastanede hemşire olarak çalışıyorum.
C1: She works tirelessly to support underprivileged communities.
Dezavantajlı topluluklara destek olmak için yorulmadan çalışıyor.

may – -ebilmek, -ebilir (olasılık)
B2: It may rain later, so take your umbrella.
Sonra yağmur yağabilir, bu yüzden şemsiyeni al.
C1: The results may indicate a deeper underlying issue.
Sonuçlar daha derin bir soruna işaret edebilir.

should – -meli, -malı
B2: You should study more for the exam.
Sınav için daha çok çalışmalısın.
C1: Governments should invest in renewable energy sources for a sustainable future.
Hükümetler sürdürülebilir bir gelecek için yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmalı.

call – aramak, çağırmak
B2: I’ll call you when I arrive.
Vardığımda seni arayacağım.
C1: They called for immediate action to address the crisis.
Krizi ele almak için derhal harekete geçilmesi çağrısında bulundular.

try – denemek
B2: Try to stay calm during the test.
Sınav sırasında sakin kalmaya çalış.
C1: Despite numerous failures, he kept trying until he succeeded.
Çok sayıda başarısızlığa rağmen, başarılı olana kadar denemeye devam etti.

ask – sormak, istemek
B2: She asked me for help with her homework.
Ödevinde yardım istedi.
C1: He asked a thought-provoking question that changed the course of the discussion.
Tartışmanın yönünü değiştiren düşündürücü bir soru sordu.

need – ihtiyaç duymak
B2: I need some water, I’m very thirsty.
Biraz suya ihtiyacım var, çok susadım.
C1: We need to rethink our strategy in light of recent developments.
Son gelişmeler ışığında stratejimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

feel – hissetmek
B2: I feel tired after working all day.
Tüm gün çalıştıktan sonra yorgun hissediyorum.
C1: She felt a sense of accomplishment after completing the project.
Projeyi tamamladıktan sonra bir başarı hissi yaşadı.

become – olmak, haline gelmek
B2: He became a teacher after university.
Üniversiteden sonra öğretmen oldu.
C1: Over time, she became more confident in expressing her opinions.
Zamanla fikirlerini ifade etmede daha özgüvenli hale geldi.

leave – ayrılmak, bırakmak
B2: I have to leave early today.
Bugün erken çıkmam gerekiyor.
C1: She left a lasting impression on everyone she met.
Tanıştığı herkeste kalıcı bir izlenim bıraktı.

put – koymak
B2: Put your bag on the table.
Çantanı masanın üzerine koy.
C1: He put a lot of effort into making the presentation flawless.
Sunumu kusursuz yapmak için çok çaba harcadı.

mean – anlamına gelmek
B2: What does this word mean?
Bu kelime ne anlama geliyor?
C1: Being independent doesn’t mean doing everything alone.
Bağımsız olmak her şeyi tek başına yapmak anlamına gelmez.

keep – tutmak, sürdürmek
B2: Keep your room clean.
Odanı temiz tut.
C1: She kept her promise even though it was difficult.
Zor olmasına rağmen sözünü tuttu.

let – izin vermek
B2: Let me help you with that.
İzin ver, sana yardım edeyim.
C1: His parents let him follow his passion instead of pushing him toward a traditional career.
Ailesi, onu geleneksel bir kariyere zorlamak yerine tutkusunun peşinden gitmesine izin verdi.

begin – başlamak
B2: The movie begins at 8 p.m.
Film akşam 8'de başlıyor.
C1: The negotiations began with a tense atmosphere but ended constructively.
Görüşmeler gergin bir atmosferle başladı ama yapıcı bir şekilde sona erdi.

seem – görünmek
B2: You seem happy today.
Bugün mutlu görünüyorsun.
C1: It seems that the issue is more complex than we initially thought.
Sorun, başlangıçta düşündüğümüzden daha karmaşık görünüyor.

help – yardım etmek
B2: Can you help me with this box?
Bu kutuyla bana yardım eder misin?
C1: He helped shape the company’s long-term vision.
Şirketin uzun vadeli vizyonunun şekillenmesine yardımcı oldu.

talk – konuşmak
B2: We talked about our weekend plans.
Hafta sonu planlarımız hakkında konuştuk.
C1: They talked at length about the implications of the new law.
Yeni yasanın sonuçları hakkında uzun uzun konuştular.

turn – dönmek, çevirmek
B2: Turn left at the next traffic light.
Bir sonraki trafik ışığında sola dön.
C1: The discussion turned into a heated debate.
Tartışma hararetli bir münazaraya dönüştü.

start – başlamak
B2: The meeting starts at 9 a.m.
Toplantı sabah 9’da başlıyor.
C1: She started her own business after years of planning.
Yıllarca plan yaptıktan sonra kendi işini kurdu.

might – -ebilir (olasılık)
B2: It might snow tomorrow.
Yarın kar yağabilir.
C1: He might have misunderstood the instructions.
Talimatları yanlış anlamış olabilir.

show – göstermek
B2: Can you show me how to use this app?
Bu uygulamayı nasıl kullanacağımı gösterebilir misin?
C1: The research shows a significant link between stress and sleep quality.
Araştırma, stres ile uyku kalitesi arasında önemli bir bağlantı olduğunu gösteriyor.

hear – duymak
B2: I can’t hear you clearly.
Seni net duyamıyorum.
C1: Have you heard about the latest breakthrough in cancer treatment?
Kanser tedavisindeki son büyük gelişmeyi duydun mu?

play – oynamak, çalmak
B2: They play football every weekend.
Her hafta sonu futbol oynarlar.
C1: Music plays an essential role in emotional development.
Müzik, duygusal gelişimde önemli bir rol oynar.

run – koşmak, yönetmek
B2: He runs every morning before work.
İşe gitmeden önce her sabah koşar.
C1: She runs a successful online business.
Başarılı bir çevrim içi iş yürütüyor.

move – hareket etmek, taşınmak
B2: We’re going to move to a new apartment next month.
Gelecek ay yeni bir daireye taşınacağız.
C1: The speech deeply moved the audience.
Konuşma, izleyicileri derinden etkiledi.

like – sevmek, hoşlanmak
B2: I like watching documentaries.
Belgesel izlemeyi severim.
C1: It’s not like him to be late for meetings.
Toplantılara geç kalmak onun tarzı değildir.

live – yaşamak
B2: They live in a small town by the sea.
Deniz kenarındaki küçük bir kasabada yaşıyorlar.
C1: He tries to live by his principles, no matter the cost.
Ne pahasına olursa olsun ilkelerine göre yaşamaya çalışır.

believe – inanmak
B2: I believe you can do it.
Bunu yapabileceğine inanıyorum.
C1: She firmly believes that education is the key to social change.
Eğitimin toplumsal değişimin anahtarı olduğuna kesin olarak inanıyor.

hold – tutmak, düzenlemek
B2: Hold the baby carefully.
Bebeği dikkatlice tut.
C1: The organization held a conference on climate change.
Kurum, iklim değişikliği hakkında bir konferans düzenledi.

bring – getirmek
B2: Don’t forget to bring your ID card.
Kimlik kartını getirmeyi unutma.
C1: The new policy brought many unexpected challenges.
Yeni politika birçok beklenmedik zorluk getirdi.

happen – olmak, meydana gelmek
B2: Accidents can happen anytime.
Kaza her an olabilir.
C1: What happened yesterday was completely unacceptable.
Dün olan şey tamamen kabul edilemezdi.

must – -meli, -malı (zorunluluk)
B2: You must wear a seatbelt.
Emniyet kemeri takmalısın.
C1: We must address the root causes, not just the symptoms.
Sadece semptomları değil, temel nedenleri ele almalıyız.

write – yazmak
B2: She writes in her diary every night.
Her gece günlüğüne yazar.
C1: He was invited to write an article for a scientific journal.
Bilimsel bir dergiye makale yazması için davet edildi.

provide – sağlamak, sunmak
B2: The hotel provides free breakfast.
Otel ücretsiz kahvaltı sunuyor.
C1: The government should provide equal opportunities for all citizens.
Hükümet, tüm vatandaşlara eşit fırsatlar sunmalıdır.

sit – oturmak
B2: Please sit down and relax.
Lütfen otur ve rahatla.
C1: He sat in silence, contemplating his next move.
Sonraki hamlesini düşünerek sessizlik içinde oturdu.

stand – ayakta durmak
B2: He stood at the bus stop for 10 minutes.
Otobüs durağında 10 dakika ayakta bekledi.
C1: She stood up for what she believed in, despite criticism.
Eleştirilere rağmen inandığı şeyin arkasında durdu.

lose – kaybetmek
B2: I lost my keys again.
Anahtarlarımı yine kaybettim.
C1: He lost all hope after hearing the news.
Haberi aldıktan sonra tüm umudunu kaybetti.

pay – ödemek
B2: I have to pay the electricity bill today.
Bugün elektrik faturasını ödemem gerekiyor.
C1: He paid a high price for ignoring the warning signs.
Uyarı işaretlerini görmezden gelmenin bedelini ağır ödedi.

meet – buluşmak, tanışmak
B2: Let’s meet at the café at 3 p.m.
Saat 3’te kafede buluşalım.
C1: The project failed to meet the company’s expectations.
Proje, şirketin beklentilerini karşılayamadı.

include – içermek, kapsamak
B2: The price includes breakfast and dinner.
Fiyata kahvaltı ve akşam yemeği dahildir.
C1: The report includes several key recommendations for future improvement.
Rapor, gelecekteki gelişmeler için birkaç önemli öneri içermektedir.

continue – devam etmek
B2: She continued working despite the noise.
Gürültüye rağmen çalışmaya devam etti.
C1: If current trends continue, the economy may face serious issues.
Mevcut eğilimler devam ederse, ekonomi ciddi sorunlarla karşılaşabilir.

set – ayarlamak, kurmak
B2: I set my alarm for 7 a.m.
Alarmımı sabah 7’ye kurdum.
C1: The teacher set high standards for her students.
Öğretmen, öğrencileri için yüksek standartlar belirledi.

learn – öğrenmek
B2: I want to learn how to play the guitar.
Gitar çalmayı öğrenmek istiyorum.
C1: She learned valuable lessons from her past mistakes.
Geçmiş hatalarından değerli dersler çıkardı.

change – değiştirmek
B2: I want to change my hairstyle.
Saç stilimi değiştirmek istiyorum.
C1: Technology has significantly changed the way we communicate.
Teknoloji, iletişim kurma şeklimizi önemli ölçüde değiştirdi.

lead – önderlik etmek, yol göstermek
B2: He leads the team with confidence.
Takıma güvenle liderlik ediyor.
C1: Her innovative ideas led the company to success.
Yenilikçi fikirleri, şirketi başarıya taşıdı.

understand – anlamak
B2: I don’t understand this question.
Bu soruyu anlamıyorum.
C1: To truly understand a culture, you must experience it firsthand.
Bir kültürü gerçekten anlamak için onu bizzat yaşaman gerekir.

watch – izlemek
B2: We watched a movie last night.
Dün gece bir film izledik.
C1: He watched her progress over the months with admiration.
Aylardır gösterdiği gelişimi hayranlıkla izledi.

follow – takip etmek
B2: I follow many cooking channels on YouTube.
YouTube’da birçok yemek kanalını takip ediyorum.
C1: The new intern followed the instructions precisely.
Yeni stajyer, talimatları tam olarak takip etti.

stop – durmak, durdurmak
B2: The bus stopped in front of the school.
Otobüs okulun önünde durdu.
C1: He stopped responding to emails after the incident.
Olaydan sonra e-postalara cevap vermeyi bıraktı.

create – yaratmak, oluşturmak
B2: She created a beautiful painting.
Güzel bir tablo yaptı.
C1: The company created a new position to address the growing demand.
Şirket, artan talebi karşılamak için yeni bir pozisyon oluşturdu.

speak – konuşmak
B2: She speaks three languages fluently.
Üç dili akıcı bir şekilde konuşuyor.
C1: He spoke openly about the challenges he faced during his career.
Kariyeri boyunca karşılaştığı zorluklar hakkında açıkça konuştu.

read – okumak
B2: I read a new book every month.
Her ay yeni bir kitap okurum.
C1: He read the entire report before making a decision.
Karar vermeden önce raporun tamamını okudu.

allow – izin vermek
B2: My parents don’t allow me to stay out late.
Ailem geç saatlere kadar dışarıda kalmama izin vermiyor.
C1: The new law allows companies to operate more flexibly.
Yeni yasa, şirketlerin daha esnek çalışmasına olanak tanıyor.

add – eklemek
B2: Don’t forget to add sugar to the cake.
Pastaya şeker eklemeyi unutma.
C1: The manager added that further changes might be necessary.
Yönetici, daha fazla değişikliğin gerekebileceğini de ekledi.

spend – harcamak (zaman/para)
B2: I spent all my money on books.
Tüm paramı kitaplara harcadım.
C1: She spent years researching the topic before publishing her book.
Kitabını yayımlamadan önce yıllarını bu konuyu araştırmaya harcadı.

grow – büyümek, yetişmek
B2: Tomatoes grow well in sunny places.
Domatesler güneşli yerlerde iyi yetişir.
C1: The startup grew rapidly in just two years.
Girişim sadece iki yılda hızla büyüdü.

open – açmak
B2: I opened the window to get some fresh air.
Temiz hava almak için pencereyi açtım.
C1: The museum opened its doors to the public after years of renovation.
Müze, yıllar süren yenilemenin ardından halka kapılarını açtı.

walk – yürümek
B2: I walk to school every day.
Her gün okula yürüyerek giderim.
C1: She walked away from the negotiation when the terms became unfair.
Koşullar adaletsizleşince görüşmeden ayrıldı.

win – kazanmak
B2: Our team won the match!
Takımımız maçı kazandı!
C1: He won the award for his outstanding contributions to science.
Bilime yaptığı olağanüstü katkılar nedeniyle ödül kazandı.

offer – teklif etmek, sunmak
B2: They offered me a job in London.
Bana Londra’da bir iş teklif ettiler.
C1: The new plan offers greater flexibility for employees.
Yeni plan, çalışanlara daha fazla esneklik sunuyor.

remember – hatırlamak
B2: I remember his face, but not his name.
Yüzünü hatırlıyorum ama ismini hatırlamıyorum.
C1: It’s important to remember the lessons history has taught us.
Tarihin bize öğrettiği dersleri hatırlamak önemlidir.

love – sevmek
B2: I love reading mystery novels.
Gizemli romanlar okumayı çok severim.
C1: She loves her job because it allows her to be creative.
Yaratıcı olmasına olanak tanıdığı için işini çok seviyor.

consider – düşünmek, dikkate almak
B2: We are considering moving to another city.
Başka bir şehre taşınmayı düşünüyoruz.
C1: You should consider all the possible outcomes before deciding.
Karar vermeden önce tüm olası sonuçları göz önünde bulundurmalısın.

appear – görünmek
B2: He appeared tired after the trip.
Seyahatten sonra yorgun görünüyordu.
C1: A problem appears to have occurred during the update process.
Güncelleme sürecinde bir sorun meydana gelmiş gibi görünüyor.

buy – satın almak
B2: I bought a new pair of shoes yesterday.
Dün yeni bir çift ayakkabı aldım.
C1: She bought the company’s shares when the price dropped.
Fiyat düşünce şirketin hisselerini satın aldı.

wait – beklemek
B2: Please wait for me outside.
Lütfen beni dışarıda bekle.
C1: We waited patiently for the results to be announced.
Sonuçların açıklanmasını sabırla bekledik.

serve – hizmet etmek, servis yapmak
B2: The waiter served our food quickly.
Garson yemeğimizi hızlıca servis etti.
C1: He served as a diplomat for over 20 years.
Yirmi yılı aşkın süre diplomat olarak görev yaptı.

die – ölmek
B2: Her grandfather died last year.
Büyükbabası geçen yıl vefat etti.
C1: Many species are dying due to habitat loss.
Pek çok tür, yaşam alanlarının kaybı nedeniyle yok oluyor.

send – göndermek
B2: I’ll send you the document by email.
Belgeyi sana e-posta ile göndereceğim.
C1: They sent humanitarian aid to the disaster zone immediately.
Felaket bölgesine hemen insani yardım gönderdiler.

expect – beklemek, ummak
B2: I expect to finish this project by Friday.
Bu projeyi cuma gününe kadar bitirmeyi umuyorum.
C1: The company didn’t expect such a strong public reaction.
Şirket, bu kadar güçlü bir halk tepkisi beklemiyordu.

build – inşa etmek
B2: They built a new bridge over the river.
Nehir üzerine yeni bir köprü inşa ettiler.
C1: He built his career step by step through hard work and determination.
Kariyerini sıkı çalışma ve kararlılıkla adım adım inşa etti.

stay – kalmak
B2: We stayed at a small hotel near the beach.
Plaj yakınındaki küçük bir otelde kaldık.
C1: She decided to stay silent instead of arguing further.
Daha fazla tartışmak yerine sessiz kalmaya karar verdi.

fall – düşmek
B2: Be careful not to fall on the stairs.
Merdivenlerde düşmemeye dikkat et.
C1: Sales fell sharply after the product received bad reviews.
Ürün kötü eleştiriler aldıktan sonra satışlar keskin şekilde düştü.

cut – kesmek
B2: He cut the paper into small pieces.
Kağıdı küçük parçalara kesti.
C1: The government decided to cut unnecessary expenses.
Hükümet, gereksiz harcamaları kesmeye karar verdi.

reach – ulaşmak
B2: I finally reached the top of the mountain.
Sonunda dağın zirvesine ulaştım.
C1: The campaign reached millions of people worldwide.
Kampanya dünya çapında milyonlarca insana ulaştı.

kill – öldürmek
B2: The poison can kill in minutes.
Zehir birkaç dakika içinde öldürebilir.
C1: Thousands of people were killed in the conflict.
Çatışmada binlerce insan öldü.

remain – kalmak
B2: Only two pieces of cake remain.
Sadece iki dilim pasta kaldı.
C1: Despite the challenges, she remained optimistic.
Zorluklara rağmen iyimser kalmaya devam etti.